Vakit gece yarısına beş kala Telefonum umulmadık şekilde çalıyor Beklenmedik hadise Ve ben mücellanın sayfalarını kapatıp Karşılık veriyorum uzaktaki kadim dostun sesine Kütükten türemiş bir masanın iki yanında Eski zamanlardan kalma bir dost ile Muhabbet ediyoruz Aklımda bir düşünce Ve ben ne ileri ne geri gidebiliyorum Dilimde Cebeciden hatıra Bir iki mısra şiir Kulaklarım da o her vakit güzel çalan Türküden bir ezgi Ne sözlerini duyabiliyorum ne ezgisini Farkındayım aklım başka çöllerde Bir fincan kahve koyuyor önüme Porselene bir öpücük misali konduruyorum dudaklarımı Ve o acı kahveden ikimizin yerine de yudumluyorum Kana kana içiyorum, bilmiyorsun içimde susuzluğun Bir kaç sahife ilişiyor gözüme Attiladan kalan bir kaç söz Hiç çıkmamış gibi aklımdan adeta Zihnime kazıyorum bir muştu gibi 'Ben sana mecburum,sen yoksun Ben sana mecburum, bilemezsin.' Ufuklarım kararmış, vakit Zühre vaktidir Bilmiyorum nasıl anlatsam Hangi kelam kâfi gelir beni
Turuncu Şehir kaybolmak var sokaklarında sokakların ölüm gibi dolanmak gerek eteklerine eteklerin umut gibi ve sen Turuncu Şehir aşkın miladısın ve sen karanlık bir kuyunun olmayan ucu bucağısın üşümek donmak ölmek gerek yüreğinde senin sen deryaları giyotine götüren cellat misali masum Sen Turuncu Şehir sen bir fincan kahve kadarsın hatrın bir ömür boyu sürecek biliyorsun yalnız bir anlık gafletten öteye geçemezsin Ve Turuncu Şehir sen yalnızlığın tek durağısın gözyaşı kuyusunun yegane sahibi Sen Turuncu Şehir sen sokakların kirli güneş ışığı gibi gitmez mi o sokakların yansıdığı bulutlar tependen ve yok mudur vuslat senin kanunlarında arafta mı kaybolur bütün sevgililerin senin Sen Turuncu Şehir sen bırak çekip gideyim topraklarından ceketimi dahi bırakayım sana tutunamayacağım daha fazla sokak lambalarına Turuncu Şehir sen bırak gideyim boğazlarım düğüm düğüm olmadan kitaplarım kitaplarım ve şiirlerim zümrüt bir ankanın tüyünden çaldığım